Kemal Karpat
Çerkes Sürgünü, Çerkes Sürgünü'nün 140. yıldönümü anma etkinlikleri kapsamında Kafkas Dernekleri Federasyonu ve Ankara Kafkas Derneği tarafından 21 Mayıs 2004 günü Ankara Milli Kütüphane'de düzenlenen konferansta sunulan tebliğ.
Kafkasya’yı işgal etmeyi planlayarak yola çıkan Rusları Kafkaslılar önceleri birer misafir gibi gördüler ve geleneksel tavırlarıyla karşıladılar. Ama, çok geçmeden Rusların kurmak istedikleri yönetim sistemini ve kalıcı yapı değişikliğini anladılar. Kafkasya’nın işgal projesine son şeklini veren Çar Petro’dur. Ve o devirde Terek Nehri, Rusya ve Kafkas halkları ile Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasında bir sınır olarak görülmüştür.
Bu gelişmelere karşı ilk büyük tepki bildiğiniz gibi Şeyh Mansur tarafından yapılmıştır.Onun çıkışı Ruslara karşı mücadele ve Rusların yerli halkın ahlakını düzeni bozmalarına karşı bir uyarı mahiyetindeydi ve bir direnişti. Sonunda ne oldu Şeyh Mansur yakalandı Moskova’ya götürüldü ve 1794 yılında idam edildi.
Kafkasya’nın kaderinde 1828 –29 savaşının önemi büyüktür. Bu bir Osmanlı - Rus savaşıdır. Rusların adamakıllı Güney Kafkaslara doğru yönelmeleri ve Kuban nehrine inmeleri II. Katerina zamanına rastlar. Daha o tarihlerde Rus ilerlemesinin durmayacağı anlaşılmıştır. Fakat 1928-29 savaşında Osmanlı’nın savaşı kaybetmesi ana müdafaa mevkii olan Anapa’nın ve Poti’nin elden gitmesi yani Batı Karadeniz sahillerinin Osmanlı kontrolünden çıkması sonucunda yerli halk tek başına kalmıştır. Bu aşamadaki savaşlar dini bir mahiyet de almış, Gazi Molla, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil ile bir süre imamlar savaşı şeklinde devam etmiştir.
Rusya’nın, Kafkasları fethetme nedenleri iyi anlaşılırsa göç ve katliamın da mahiyeti netlik kazanmış olur:
1850’lerde hatta 50’lerden biraz evvel 1848-49’larda Rusya batıya yani bu günkü Romanya’ya doğru ilerlemeye başlamıştır ve orada gittikçe hakimiyetini, etkisini genişletmiştir. Bu devrede aynı zamanda Kafkas halkı üzerine baskıların artmış olduğu bir dönemdir.
Bu durum 1853’de yeni bir şekil kazanmıştır. Rusya’nın ilerlemesini durdurmak için İngiltere, Fransa, Avusturya ve Osmanlı Devleti birleşerek Rusya’ya karşı Kırım’da savaşmışlar ve Rus orduları yenilmiştir. Sonuçta Rusya, Paris Anlaşmasını imzalayarak artık batıya doğru ilerlemekten vazgeçmiştir. Çünkü karşısında bütün Avrupa durmaktadır. Batıya ilerleyemeyen Çarlık Rusyası doğuya yani orta Asya’ya ve oradan Hindistan’a ilerlemeyi hedeflemiştir.
Ayrıca, burada bir başka neden daha mevcuttur.Paris Antlaşmasıyla Rusya, Batı Hıristiyanlığına dayanamayacağını anlamıştır. Çünkü, bu ilk defa yakın tarihte Hıristiyan Avrupa’nın (Katolik Protestan Avrupa’nın) Ortodoks Hıristiyanlığına karşı cephe alışını gösteriyor.. Buna karşılık Rusya da Balkanlar da yaşayan Ortodoks Hıristiyanlığını hedef almıştır.Hem dine hem de dile dayalı Ortodoks ve Slav Birliği hedefi ile Panslavizm ortaya çıkmıştır böylece.
İşte bu büyük hesaplar içinde emeline ulaşacak Rusya’nın önünde en büyük engel Kafkas halkı ve onların her şeye rağmen hürriyetini istiklalini korumak arzularıdır. Her ne kadar batı Kafkasya Osmanlı idaresinde olmuşsa da tüm Osmanlı idaresi süresince Kafkas halkı tamamen otonom yaşamıştır. Balkanlarda Orta Doğuda bir Osmanlı idaresi kurulmuş olmasına karşılık Kafkaslarda böyle bir idare mevcut değildir Osmanlı, daima Kafkaslıların ihtiyaç, karakter ve geçmişlerini göz önünde tutarak onlara tam manasıyla otonomi vermişti.
Müslüman Kafkas halkının Rusya’ya boyun eğmek istememesi diğer taraftan Osmanlıyla Türklerle çok yakın ilişkilerini karşılıklı savunmalarını ve yardımlaşmalarını sürdürmesi Rusları telaşlandırmıştır. Şayet Rusya batıya gider bir cephe açar ve yahutta doğuya Orta Asya’ya giderse ortada onun arkasında daima ve daima tehlike arz eden bir halk kalacaktır. Bu da Kafkas Müslüman halkıdır. Bundan az bir süre evvel Baryatinski’nin mektupları yayınlandı. Şeyh Şamil’e karşı mücadeleyi yürüten ve onu mağlup eden Baryatinski’nin tavsiyelerinde yöre halkının ezilmesini ve ondan sonra yok edilmesini tavsiye etmektedir..
Şeyh Şamil mağlup olduktan sonra şüphesiz Kafkasya’da direniş yer yer halka kalmıştır. Malumunuz, bu savaşın tarihini inceleyenler bilirler Kabarda’yı işgal ettikten sonra yani Dağıstan’la Batı Kafkaslar birbirinden ayrılınca artık ne Şeyh Şamil’in Çerkeslere ne Çerkeslerin Şeyh Şamil’e nede Osmanlının Şeyh Şamil’e yardımına imkân kalmamıştı.
Batı Kafkasya’nın Doğu ile ilişkisini kestikten sonra, Rusya bu işlerin diplomatik tarafını da hazırlamakta kusur etmemiştir. Ruslar eskiden olduğu gibi bugün de çok usta diplomattırlar, küçümsememek lazım. 1859’da Rusya, Osmanlı Devleti’ne bazı Müslüman grupların Kafkasya’dan Osmanlı Devletine göçmelerine müsaade istedi. Hemen bir yıl sonra da 1860 Rus sefiri Melikof Osmanlı Devletine bir anlaşma teklif etti. Bu anlaşmaya göre (Melikof’un sunduğu bilgilere göre) savaştan zarar görmüş, yerlerinden edilmiş, 40 bin kadar Müslüman güç durumdaymış ve bunlar yeni bir yere yani Osmanlı Devletine göçmek istiyorlarmış ve bu konuda padişah bir anlaşma imzalar mı? Abdülmecid’e sunulan bilgi budur. Bu uzlaşmaya dayanarak Ruslar, “Efendim biz bunu Osmanlı Devleti ile yaptığımız bir anlaşmaya dayandırarak yapıyoruz” dediler. Bazı meslektaşlar Rusları savunarak “Efendim bu basit bir göçtür” diyorlar. ve göçü iki devlet arasında yapılan bir anlaşmaya dayandırıyorlar. Oysa, bu bir anlaşma değildir bir aldatmacadır. Rus’un iyi kullandığı diplomatik bir yoldur.
Adigeler, Abazalar vs. Kafkasya’nın en stratejik yerinde bulunuyordu ve en sağlam direnişi de onlar gösteriyordu. Yerlerinden zorla atıldıkları gibi ordular yavaş yavaş büyük halk kitlelerini denize doğru sürmeye başlamışlar, çünkü öldüremediklerini vapurlara doldurup gönderecekler böylece Kafkasya onların beğenmediği halklardan temizlenecekti. Yakılan köylerin öldürülen binlerce insanların haddi hesabı yok.. Yine İngiliz raporlarında yer alan ifadeler yürek parçalayıcı. Halk, tüm imkanları bitinceye kadar direniyor, mücadele ediyor, savaşıyor, artık çare kalmayınca da, kendilerine tanınan mühlet içinde hiçbir sağlık önlemi olmadan, varını yoğunu terk ederek sahile inmek zorunda kalıyor. Daha yola çıkmadan açlık,sefalet, hastalık ve kitle ölümleri başlıyor. Bu bir SOYKIRIMDIR, bir VAHŞETTİR.
Sahilde bindirildikleri gemilerin bir kısmı o kadar çok kişi aldı ki battı;örneğin 2000 yolcu ile yola çıkan Spinks gemisi batınca ancak 200 kişi kurtulabilmiştir. Samsun ve Trabzon ana çıkış limanlarıydı, bu limanlara gelenler hastalığa tutuldu, yine İngiliz raporlarına göre her limanda günde ölenlerin sayısı 200 - 250 –300 kişi civarındadır. Kanaatimce, Kafkaslardan o tarihlerde ve ondan sonraki tarihlerde 2 milyon ile 2.2000.000 arasında insan göç ettirilmiştir. Bir milyonu yollarda ölmüştür, hastalık, deniz, savaşta vs. bu korkunç büyük bir rakamdır. Ve kimse ele alıp incelememiştir. Ermeni katliamından söz edenler birazda bu masum halkın başına gelenleri düşünmesi gerekmez mi? Bu noktada asıl sorumluluk size düşüyor. Ne güne duruyorsunuz? Tarihi gerçekleri dünyayı anlatın ki, karşılığını da alabilesiniz.
Gelen muhacirlerin büyük kısmı Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Rumeli’ye yerleştirilenlerin Çerkes sayısı 400.000 civarındadır. Bu halk 14- 15 sene sonra 77-78 harpleri sonucunda tekrar bir hicrete mahkum edilmiştir. Bu da acılarla dolu bir göçtür. Göçürülenler daha çok Suriye, İsrail , Ürdün ,Libya gibi yerlere yerleştirilmesidir. Şeriya nehrinin iki tarafına ve Kuneytra gibi yerlere. Bu halk oralarda da yine bir sürü felaketle karşılaşmıştır.
Bu kahraman halkın çektiği yetmemiş gibi bir de o tarihlerde Avrupa basını Çerkesleri kötülemeye başladı. “Efendim; Balkanlarda şöyle yapmışlar, böyle yapmışlar, kadın kaçırmışlar” vs. 77-78 savaşıyla ilgili İngiliz Konsolos raporlarına göre bir kız kaçırma, kadın kaçırma rivayeti vardır. Söylemler o kadar çoğalmış nihayet İngiltere Dış İşleri Beyrut’taki konsolosluğuna emir veriyor, “Git, araştır bir Çerkes grubu var orada, onlar 70 tane kadını kaçırdılar ve yanlarında tutuyorlar” diye. İngiliz konsolosu araştırma yapıyor ve rapor yazıyor: “Ben araştırmayı yaptım, kesinlikle herhangi bir kaçırılmış bir Hıristiyan kadın yok bulamadım. Bir tek bir Bulgar kadın İsmail isminde bir Çerkes Delikanlısına aşık olmuş onun peşinden gelmiş ve onunla kalmak için Müslüman olmaya hazır.” diyor. Batı basının iftiralarına karşın bir başka rapor da şöyle: “Çerkesler Suriye’de, Lübnan’da yerleştikleri yerleri cennete çevirdiler. Alıştıktan sonra çalışkan halk her tarafı yeşillendirdi. Eskiden herhangi bir verim sağlanamayan topraklar bugün verimli hale geldi.”
Rusya, kendisini sevmediğini anladığı Çerkesleri, Samsun’dan Adana’ya varan bir hattın batısına yerleştirilmesini, kesinlikle o hattın doğusuna yerleştirilmemesini istedi. Sonuçta İngilizlerin desteğiyle Kayseri, Sivas ve Maraş gibi bölgelere de yerleştirilebildi. Devletin en zayıf zamanına rastladığı için yardımların bir kısmı halk tarafından karşılandı. Verim durumuna göre değişik büyüklüklerde arazi verildi.
Göçler, Osmanlı Devletinin çok köklü bir değişme geçirdiği zamana tesadüf etmiştir. Bu da Osmanlı toplumunun eski geleneksel ekonomiden kapitalist ekonomiye geçişine,büyük bir sosyo-ekonomik devrime tesadüf etmektedir. Muhacirlerin gelmesiyle, yüzyıllardır Devlete ait olan hazine arazilerinin ferdileşmesi çok süratli oldu çünkü muhacirlere verilen yirmi, kırk, altmış yetmiş dönüm arazi bir müddet sonra mülk oldu. Mülk sahibi oldular. Böylece Osmanlı Devletinde Müslümanlar arasında çok sayıda toprak sahibi küçük toprak sahibi oldu. Bu çok önemlidir, çünkü ilk defa toprak esasına dayanan devlet bağlılığı meydana çıkıyordu. Eskiden sırf devlete hizmet vardı. Artık toplumsal ve siyasal bir değişim başlamıştır.
Birçok Kafkasyalı orduya intisap etmiştir. Çok kritik zamanlarda bilhassa 77- 78 savaşından sonra Osmanlı ordusuna muazzam bir katkıda bulunmuşlardır. Aynı zamanda kültürel ve dini bakımdan Kafkasya göçmenleri yeni tipte Nakşibendiliğin halk arasında yayılmasını sağlamıştır.. Bu ise Kafkas halkının dünyaya dönük felsefesinden ilham alan yepyeni bir dini İslam anlayışıdır. Kafkasya’dan gelen göçmenler arasında çok ünlü büyük isim yapmış alimler de mevcuttu. Onlar sayesinde vatana dönük, millete dönük, insanlığa dönük iman anlayışı ön plana çıkmıştır.
Bu kadar güç şartlar altında buraya gelen deneyimli ve acılı Çerkes halkları Atatürk Türkiye’sinin doğmasına büyük hizmet etmiştir ve etmektedir. Yapılacak iş bu halkın gerçek katkısını anlamak, onun değerini bilmek, başlarına geleni tüm dünyaya anlatmak ve onun tarihten silinip gitmesini önlemektir.
Sorulan sorulara da şu karşılıkları vermiştir: Abdülhamit’in politikası Panislamizm değil batıya karşı İslam halkını birlikte ve güçlü kılmaya çalışmaktır. Çerkeslerin dağınık yerleştirilmesi liderlerine İstanbul’da rütbe ve makam verilmesi normaldir. Her devlet kendi emniyetini ön planda tutar. Çerkesler Rusların önünden kaçmış halklar değildir. Tarihte örneği olmayan bir vatan savaşı vermiş ve kaybettiği için de ülkelerinden zorla çıkartılmış bir halktır. Bu olaya ben göç dediğime bakmayın aslında sürgün kavramı da zayıf kalır ancak soykırım, katliam bu olayların karşılığı olabilir. Diasporada yaşayan siz Çerkeslere çok büyük iş düşüyor. Hep birlikte, ekonomik yardımlaşma da sağlayarak tarihin kaydettiği bu en büyük haksızlığı dünya kamu oyunun önüne taşımalısınız, buna mecbursunuz...